NATO Genel Sekreteri ve ABD Başkanı Obama'nın Özel Temsilcilerinin Gelişi ve IŞID Sorunu ve Türkiye

NATO Genel Sekreteri ve ABD Başkanı Obama'nın Özel Temsilcilerinin Gelişi ve IŞID Sorunu ve Türkiye

NATO’nun yeni Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ilk ziyaretlerinden birini Türkiye’ye gerçekleştirmektedir. Arkasından da ABD Başkanı Barack Obama’nın özel danışmanı John Allen gelecek ve görüşmelerde bulunacaktır. Anlaşılan o ki Türkiye çok taraflı bir baskı kıskacı altına alınarak, IŞID’a karşı Suriye topraklarında kara harekatı yapması için ikna edilmeye çalışılacaktır.

NATO Genel Sekreteri elinde mevcut en etkili koz olan 5’nci maddenin gerektiğinde Türkiye lehine kullanılabileceği mesajını vermektedir. Böyle bir güvence verebilmek için mutlaka ABD dışında diğer NATO üyesi ülkelerin olurunu almış olması gerektiği değerlendirilebilir. Nitekim bugün Almanya Başbakanı Angela Merkel’in Türkiye’nin kara harekatı yapması konusunda verdiği beyanat bu hususu destekleyici mahiyettedir. Onların düşüncesi herhalde; “Türkiye karadan Suriye’ye girecek IŞID’ı temizleyecek ve bu sırada IŞID; “aman! karşı koyarsak NATO işin içine girer, başımız belaya girer” diyecek ve bu yüzden birşey yapamadan kaçmayı yeğliyecek” şeklindedir. Nitekim Başkan Obama’nın danışmanı da “biz hava harekatı ile ortamı yumuşatıyoruz ve kara harekatına uygun hale getiriyoruz. Onların işini bizim yapmamızı istiyorlar. Biz kara harekatına girmemeye kararlıyız. Bu konuyu Türkiye’nin halletmesi gerekir” şeklinde bir çıkış yapmıştır. Büyük olasılıkla gelişinin esas nedeni de diplomatik tabirle Türkiye’yi karadan bir askeri harekata ikna etmektir. Diğer bir değişle zorlamaktır. Bu zorlamayı yaparken 29 üyeli NATO’yu da yanına alarak, İslam Devleti savı ile ortaya çıkan IŞID’ın NATO ülkelerinin güvenliğini tehdit ettiği varsayımını önümüze koyacaktır. Bu konuşmalar değerlendirildiğinde Türkiye’nin IŞID’a Suriye’de müdahale sonrasında ne gibi bir çıkarının olduğu konusunda ciddi şüpheler uyanmaktadır. Bir PKK ve uzantıları ülkemiz için daha azmı tehdit arzetmektedir. Ülke çapında meydana gelen son yıkımlardan sonra kimi kimden koruyoruz belli değildir.

Kara harekatı bir hava harekatı gibi değildir. Hava harekatında bugünkü sofistike teknolojiyle hedefleri önceden belirler bir veya iki metrelik hatalarla bombalar çeker gidersin. Özellikle IŞID gibi hava gücü veya hava savunma sistemi olmayan harekatlarda elini kolunu sallaya sallaya gider gelirsin. Hiç bir zayiat riski yoktur (idari olanların dışında). Bu açıdan bakıldığında havadan harekat biraz maliyetli fakat en kolay harekat şekli olarak görülmektedir. Karadan yapılacak bir askeri harekat büyük riskler taşır. Karşınızda mevzilenmiş hafif ve havan, topçu gibi ağır silahlara sahip kuvvetler vardır. Bir de karşınızdakilerin “cennete gideceğim” şeklinde formatlanmış kafaları olduğunu değerlendirecek olursak, bu risklerin en büyüğü harekata katılan vatan evlatlarının ölmesidir. Trakya, Karadeniz, Ege ve diğer bölgelerden gelen ve şehit düşen vatan evlatlarının ne uğruna öldüğü konusunda hesabı kim, nasıl verecektir. Eğer NATO bir güvenlik örgütü ve müşterek çıkarlar varsa, yapılacak bir kara harekatına diğer üyelerin de katılması akla uygun bir hal tarzı olarak durmaktadır. Aksi takdirde Türkiye’nin de hava harekatına destek sağlayarak NATO yükümlülüğünü yerine getirmesi ve kara harekatına tek başına katılmaması doğru bir çözüm tarzı olacaktır. Kaldı ki TBMM’den ülkemizde yabancı askerlerin harekatına müsaade çıkmıştır. Bu kolaylığın NATO tarafından kullanılması halinde dahi Türkiye’nin yükümlülüğe katkıda bulunduğu anlamına gelecektir. NATO bölgedeki tehdit güvenliği için tehlike olarak görüyorsa bu konuda 5’nci maddeyi önceden uygulayarak gerekli askeri harekat formasyonunu sağlamalıdır. Aksi takdirde “sen git ben arkadan gelirim” şeklinde bir davranış, doğru olmayan bir yaklaşım içermektedir. 5’nci madde uygulanmasında Genel Sekreterin iyi niyetli ifadesinden ziyade bütün üyelerin tek tek rızası ve oybirliği ile karar alınması şarttır. Bir ülke vazgeçtiği anda, uygulanmasına imkan bulunmamaktadır.

Olayın bir de farklı bir yönü vardır. Türkiye karadan girerek, PYD ve alt örgütü YPG ile işbirliği içinde IŞID’ı temizleyecek. Bu örgütlerin PKK ile işbirliği vardır. IŞID gidince Suriye’de sağlıklı bir yönetim olmadığından, bölgede ortalık bu örgütlere kalacaktır. Bu sefer ülkemiz PKK, PYD ve YPG ile karşı karşıya kalacaktır. HDP ile bunların işbirliği ülkenin başını oldukça ağrıtacak demektir. Bu nedenle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan doğru bir yaklaşımla ”bizim için PKK ile IŞID aynı kefededir. İkisi de terör örgütüdür” demekte ve buna karşı da ABD, NATO ve batıdan destek istemektedir. Bunlar batı tarafından terör örgütü olarak ele alınmadığı sürece, bizim için terör kaynağı olarak varlıklarını sürdürecek ve hatta karşılarındaki hasım bizim tarafımızdan temizlendiği için, fütursuzca hareket eden odak olarak güçlenecektir. Bu nedenle, yapılan silah yardımları ve IŞID’a karşı hareketlerde batının tek yanlı tavrı şüpheyle karşılanmalıdır. Bu davranış şekli ülkemiz açısından son derece doğaldır.

Türkiye ne yapmalı ?

Türkiye şu anda son derece zor bir durumdadır. Bir taraftan ABD ve NATO, diğer taraftan ise içeride potansiyel terör odağı olan mihrakların baskısı altındadır. Yapılacak karadan bir askeri harekatta ülkemizin milli çıkarlarının ne olacağı kimsenin etkisi dikkate alınmadan hassasiyetle hesap edilmelidir. Acaba, Türkiye’de böyle bir olay vuku bulsa Suriye veya Irak bize ne kadar yardım ederdi? Bunun dahi değerlendirmesi yapılmalıdır. Yapılacak böylesine bir harekatın sağlayacağı fayda, orada hayatını kaybedecek vatan evlatlarından daha mı kıymetlidir? Bunların hesabı yapılmalıdır. Yarın karşımıza kendimizin yarattığı bir tehdit çıkacaksa ve milli bütünlüğümüze zarar geleceği değerlendirdiği takdirde, ne kadar baskı olursa olsun bu işe razı olmamalıyız.

Ali Serdar Erdurmaz
Doç. Dr.- Assoc. Prof. Dr
Hasan Kalyoncu Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Akademisi
Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı
hasan kalyoncu universitesi logosu